Atakan Kayalar Türkiye’de bir ilk olduğunu sandığımız çocuk!
Atakan, Türkiye’de bir ilk olduğunu sandığımız çocuk.
Halbuki o gündeme ilk defa gelen.
Atakan Kayalar, Türkiye’nin gündemine bambaşka bir dosya getirdi...
Son birkaç gündür gündem konusu olan Atakan’ın annesine saygısızlığını ayıplamaktan, büyümüş de küçülmüşlüğünü eleştirmekten, beş ayda düz hesap iki yüz elli kitap okuduğuna şaşırmaktan, boyundan büyük konuştuğunu yargılamaktan, çocukluğunu yaşamadığını iddia etmekten, aslında görmediğiniz, farkına varmadığınız, gözden kaçırdığınız noktaları ele almak istiyorum. Tabii bu da naçizane benim analizim. Anlamının farkında olarak ya da olmayarak, ‘saygı’ iddialı herkesten bu çocuk hakkındaki görüş ve düşünceme de ‘saygı’ bekliyorum.
Biraz bilimsel bir yorum olacak ama Atakan’ın DNA testinin yapılması lazım. Çünkü bilim adamları 80’li yıllardan itibaren doğan İndigo ve Kristal Çocuklar’ın DNA yapılarının normal çocukların ya da öncesinde doğan insanların DNA yapılarından çok daha farklı olduğunu söylüyor. Ve bunun tespitinin yapılabilmesi için ancak DNA yapısının incelenmesi gerekiyor. Yani bu çocuktan test örnekleri alınıp DNA yapısının öğrenilmesi lazım… Bu çocuğun farklı olup olmadığı ancak bilimsel olarak bu şekilde ortaya konulabilir; magazin programlarında sorular sorularak, ana haber bültenlerinde konuşularak, sosyal medyada insanlar tarafından iyi, kötü eleştiri yağmuruna tutularak değil! Ve eğer bu çocuk gerçekten farklıysa da, acilen güvenilir bir şekilde koruma altına alınması gerekir.
İzlediğimiz videolardaki farklı bilimsel açıklamalarda kromozom yapılarının birtakım genetiklerin içinden alındığı söylenmekte. GDO’lu dediğimiz genetiği oynanmış meyve ve sebzeler gibi bu çocukları da genetikleriyle oynanmış ürünler gibi düşünmeliyiz. Faydalı olabilecekleri alanlarda ne gibi işlevleri olacaklarına kafa yorulması gerek. Bu yüzden de DNA’sının kromozom ölçümlerinin yapılması mühim. Bu çocukların kromozom sayılarının ölçümleri çok önemlidir. Çünkü Kristal Çocuklar’da ölçüm sayılarının farklı olduğu bilimsel olarak tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalar doğrultusunda genetik bilim araştırmacılarının yapmış olduğu çalışmalarda bu farklılıklar tespit edildiği gibi, üzerinde oynama da yapılabiliyor. Yani DNA’sıyla ve zihin formatıyla oynanıp yarı robotik, yarı insan varlıklar oluşturulabiliyor.
Atakan’ın yaşını değil de başını baz alarak, analitik zekası yüksek, duygusal zekası düşük bir insan olduğunu söyleyebilirim. Yani IQ’su yüksek, EQ’su değil. Tıpkı Albert Einstein gibi. Onun da analitik zekası yüksek, duygusal zekası düşük bulunmuş; kanıtı da ikili ve beşeri ilişkilerdeki başarısızlığı, uyumsuzluğu olarak sunulmuştur. Atakan’ın annesine karşı olan davranışının altyapısı gibi… Dolayısıyla, bunun farkında olmayan herkes Atakan’ı antipatik ya da başka bir deyişle sevimsiz ve itici buluyor. Çocuk ne saygısız ne de küçümseyici bir nitelik taşıyor. Çocuğun kafası uçlarda; toplumun alışık olmadığı bir üst seviyesi var. Toplum zeka değerini klasik IQ testi ile rakamsal olarak değerlendirirken, bu çocuğun mecazen bir de ek olarak EYE’Q’ su ve EAR’Q’su da yüksek. Yani bu çocuk beyninin içindeki zeka kapasitesinin yanı sıra, gözüyle sırf bakmıyor, bir de görüyor, kulağı ile de yalnızca işitmiyor, duyuyor da. Toplum, bakıp görmeyen ve işitip duymayanlarla dolu değil mi? Antipatik bulan kesimin bu çocuk hakkında yazdıklarını okuduğumda “saygı” üzerine ahkam kesen onca kişinin saygı anlayışlarındaki antipatikliğin resmen dibini gördüm, bir de insan olunamamışlığın da anti ötesi patikliğini! Herkes büyümüş ya, yetiştirmişler ya kendilerini, saygılılar ya, e hani nerede o ahkamı kesilip durulan empatiler, sempatiler! Bir tek gözlemlediğim bir dolu KEM’patikliğin söz konusu olduğu! Bu nasıl bir kem bakmaktır on yaşında pırıl pırıl, masum ufacık bir çocuğa? Ben de empati kurarak anlamaya çalışıyorum, ancak bu çocuğa yapılan tüm saldırılarda artık Suriyelilere nefret mantığımı da yitirdim! Demek ki bizim toplum insanımız her şeye aynı saldırganlıkla bakıyor! Büyüklük adına çok üzücü, insanlık adınaysa yıkıcı!
Videoların çoğunluğunda çocuğun gözü kamera arkasında hareketler yapan birilerinde. Çenesinin altına elini koyması için yönlendirildiği çok açık. Bir çocuk için sıra dışı görüldüğünden, ilk videosunda göze çarpan bu hareketi çok konuşulunca, belli ki aynı dikkati taze tutabilmek adına her yayında aynı hareketi yapması kamera arkasında hatırlatılır olmuş. Karşısında elini çenesinin altına koyarak ona bu hareketi hatırlatana gözü kayıp duruyor ve an itibarıyla derhal elini çenesinin altına koyuyor. Yönlendirildiği için de ilk videodaki o doğal halini göremiyoruz. Çocukta rol yeteneği yok, hareket suflesi verildiği açıkça görülüyor. Bu nedenle de ekran önünde doğallığını yitiriyor, el, kol hareketlerine işaret edilerek yönlendirildiği için de ne diyeceğinde takılıyor. Serbest kaldığında rahat konuşuyor. Gözü karşısındakine takılınca ise tekliyor.
Kendisini gelmiş geçmiş en büyük filozof zannetmeye başladığı söyleniyor. Zannedebilir! Kendini sanatçı, oyuncu, yazar, iş adamı, öğretmen, hatta anne, baba, büyük ve daha sayılabilecek çok şeyde bir hiç oldukları halde birçok şey zannedenlerle dolu olan toplumumuzda oturmuşuz on yaşında bir çocuğun kendini filozof zannetmesini konuşuyoruz! Eminim ki bu çocuk düne kadar kendini filozof falan da zannetmiyordu! Sadece beş ayda iki yüz elli kitap okumuşluk farklılığı ile sıradanın çok üstünde biri olduğunun bilincindeydi ve gündem olunca filozof zannettirildi. Şu anda bir filozof tabii ki değil, ancak bu kafayla da geleceğin filozofu olmayacağı ne malum! Işık var! Görmüyor musunuz ya da görmek mi istemiyorsunuz?
Kendi çocuğuna aferin derken bile kafasına şaplak patlatan bir toplumuz biz! Severken bile tatlılık ardına sıkıştırılan bir şiddet var ruhumuzda. Kabiliyetli bir çocuğu köstekleyen bir toplumuz. Türkiye’de topa şahane vuran çocuğa ya “Senden bir halt olmaz!” denerek güven kaybı yaşatılır ya “Topçu mu olacaksın?” diye hayta görülür ya da “Bilmem kimin çocuğu topa nasıl vuruyor, bak hele!” diye kıyasla aşağı çekilir. Amerika’da gördüğümse; çocuğun futbola, baskete yeteneği olmayıp da kötü oynasa bile ailesinin alkışlayıp desteklediği, “Harikasın.” diyerek övdüğüdür. Beceriksiz, yeteneksiz kıvamında asla ezmiyorlar. Çalışarak daha iyi olacağına ihtimal veriyorlar. Çocuk bunu başarıp başaramayacağını zaman içinde kendi keşfediyor. İlgi alanına saygı duyuyorlar ve kendi haline bırakıyorlar. Büyük fark. Çocuğu hem seviyorlar hem sayıyorlar anlayacağınız. Yani çocuğu sadece sevmek yeterli değil, saymak da gerek!
Atakan’ın dimağının almayacağı kitapları okuduğunu eleştirenlerin, bu çocuğun dimağının alıp almadığına dair kendi dimağlarının almıyor olma ihtimali nedir? Dimağı yaşla değil de başla ölçmeli, tabii dimağı açıksa gerçekten kişinin! Ne demişler; akıl yaşta değil, baştadır! Bilmem kaç yaşına gelmiş, ne dediği anlaşılmayan, ne savunduğunu ifade edemeyen, hele eline kitap almamış, sağdan, soldan duyduğunu kendi dimağ aralığına göre değerlendirip iyice karman çorman eden, dimağı bomboş kişi kaynıyor ortalık! Ki, zannedersem asıl bu negatif eleştiri de bu tarz dimağ sahiplerinden gelmekte! Dimağ hazımsızlığı mı desem; bilemedim! Gıpta edileceğine haset edildiğinin farkına varıyorum içim, dışım, her yerim acıyarak!
Medya maymunu diyorlar bir de! Medya maymunu kıvamında oraya, buraya çekiştirilebilir, ama hiç de medya maymunu değil bu çocuk! Birilerinin yeni bir medya maymunu bulduk demesiyle bu evlat bir medya maymunu olamaz. Kınıyorum bu bakış açısını! Bunu sarf eden kişilerin “Medya maymunu muyum, toplum maymunu muyum, koca maymunu muyum, karı maymunu muyum, klavye maymunu muyum, koltuk maymunu muyum?” diye dönüp önce kendine bakması gerekiyor. Bu çocuk çok farklı… Eminim anne ve babası da şaşkın. Tabii ki hoşlarına giden tarafları, öncelikle çocuklarının kişilerce filozof diye adlandırılması, bir anda tanınır, konuşulur, dahası fenomen olmasıdır. Hazmı kişiye göre değişir. Ancak bunlar medya sektörü içinde gelip geçicidir. Bu çocuk yarın bir diziye oyuncu olarak sokulsa bile, geçicidir. Nice oyuncular biliyoruz, bir, iki filmden sonra kaybolup giden. Bu çocuğun kalıcılığı elinden doğru tutuluşa bağlı olacaktır. Atakan’ın araştırılıp incelenmesi lazım… Bu çocuk çoğunlukta olan o diğer çocuklardan değil, farklı. Bu toplum sevse de, sevmese de Atakan Kayalar farklı. Sizin çocuklarınızdan farklı… Hatta sizlerden de farklı. Elinde kitap var, kitap! Sigara değil, cep telefonu değil, tablet değil; k-i-t-a-p! Kitap hazinedir! Yani bu çocuğun elinde hazine var! Zararlı, gereksiz, ıvır zıvır bir şey değil elindeki, KİTAP! Öncelikle saygı duyun, sonra da hareketleriymiş, sözleriymiş, mimikleriymiş; eleştirmeden önce kendi hareket, mimik ve sözlerinize bakın; ve hatta varsa çocuklarınızın, torunlarınızın! Atakan ve ailesinin devamlı olarak kitabevlerinde turladıkları da söylenmekte. Kitaba ilgisi bulunan birinin olması gereken yer değil midir kitabevi? On yaşında olduğuna göre de ailesi ile olması da ayrıca normal. Uzun saatler boyunca dolanıyorlarmış kitabevinde. Kağıdın pahalılığından onca şikayet etmiyor muydu herkes? Beş ayda iki yüz elli kitabı satın alacak kadar maddi açıdan uygun olduklarını sanmayarak, saatler harcayarak kitabevlerinde bulunmalarını da pek garipsemedim. Okumak isteyen birisi fırsat bulur, yaratır okur, bunu bilirim ben!
Medya çok mühim! Medya bu zamanda rol modeli dediğimiz anne, babamız neredeyse. Medya bizim rol modelimiz. Medya nasıl yönlendirirse öyle bakıyor, öyle algılıyor, hatta öyle yaşıyor insan. Medya, bu çocuğun annesini terslediği bir video var diyor! BİTTİ! Tüm izleyenler için çocuk annesini tersleyen saygısız bir velet olarak yerleşti beyinlere ki zaten eğri yerleştirmeye de meyilliyiz toplumca. Açık arama ihtisas alanımız! Yok öyle bir şey! Aynı görüntüyü defalarca izledim. “Tamam. Biz seni şöyle alalım.” diyerek annesini bulunduğu durumdan kaçırıyor. Bu benim gözümden kaçmadı. Orada annesine karşı bir saygısızlık yapmak istemiyor. Tarzı bu şekilde yansımış olsa da “Şu anda ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Çok heyecanlıyım.” diye eli ayağı karışan annesini aslında o anda gayet soğukkanlı bir şekilde toparlıyor. “Bu benim açıklamam. Annemi rahat bırakın, benimle konuşun. Bana odaklanın, mademki ben buradayım, ben konuşacağım. Annemi rahatsız etmeyin.” tarzında bir duruş sergiliyor. Ben burada bir terslik göremedim. Atakan sadece çok net ve büyük bir insan olgunluğunda annesinin rahatsız olmasından rahatsızlık duyduğu için uygun bir şekilde tak diye arkaya alıyor ve “Muhatabınız benim. Benimle konuşacaksınız.” duruşu sergiliyor. Zaten bu tarz çocukların modları da, kodları da bu. Çocuğun konuşma şekli bu; tak tak tak! Sizin çocuklarınız ne şımarık ne de saygısızlar; doğru, haklısınız başka çocuğu ayıplamakta! Ne terbiyeli çocuklar gördü şu gözlerim! Otistik bir çocuğa “Sen saygısızsın!” diyebilir misiniz? Diyemezsiniz! Farklıdır. O farklılığı sizin hissedip, öncelikle asıl sizin ona saygı göstermeniz lazım. Atakan da farklı bir çocuk, alışık olduğumuz o sayısız gördüklerimizden değil. Onun bu farklılığını siz görüp, onun size farklı ya da ters gelen bu davranışına büyük olarak siz saygı göstereceksiniz esas! “Okumakla adam olunmuyor!” deyip durdunuz ya on yaşındaki çocuğa, çok haklısınız! Kesinlikle okumakla adam olunmuyor; görüyoruz toplumdaki sayısız örneğini!
Gündeme düşmesiyle bir anda popüler olup ünlülük sarhoşluğundan korunması gerektiğinden ayrıca bahsediliyor. İlgi sarhoşluğuna, ekran büyüsüne kapılmasına, medyatiklik heyecanıyla kendini kaybetmesi açısından ne kadar da duyarlıyız! Peki neden zamanında Küçük Ceylanlar, Küçük Emrahlar, Küçük İbolar, Küçük Onurlar korunmadı? Nerede şimdi bu isimler? O zamanki popülerlikleri nerede? Ya da o zamanlar onların bizim bilmediğimiz psikolojileri ve hatta belki bugün? Bir Atakan’ı mı düşünüyor bu koca koca insanlar yoksa bir Atakan ayak altında olmasın da, kendi çocuklarının kitap okuma alışkanlığı olmadığı göze mi batmasın? Anlatmaya geldi mi, herkes çocuğunu pek özel yetiştiriyor! Sizin çocuğunuz oldu mu, o doğru çocuk! Ama sizin çocuğunuz bu denli özel olmayınca ve özel bir çabayla değil de, kendinden özel olunca adı medya maymunu konuyor, kendini filozof zanneden diye tanımlanıyor! Neden? Çünkü sizde ya da sizinkilerde bu özellik yok!
Birileri çıkmış çocuğu resmen kodluyor. Küçük yaşta zihnine format atılmış, özel tasarlanmış, yakında Türkiye’de ve dünyada anarşi çıkaracak yeni askerler, yeni bilim adamları olacakmış diye kodluyorlar da kodluyorlar! Peki doğru mu bunu yapmak? Atakan’ın kendisini filozof zannettiğini anlatırken, kendi filozof söz ve hallerini görmüyorlar bile! Atakan’ın filozofluğunu yargılarken kendi filozofçuluk ya da bilim adamcılık hallerine bürünmelerini de asla görmüyorlar. Gönüllü körler ülkesinde yaşıyoruz!
Çocuk doğruyu, yanlışı ayırt edemeyecek bir yaştaymış! Yaşını almış insanlar daha doğruyu, yanlışı ayırt edemezken, yaşını almış, ama başını alamamış onca büyükler mi bu çocuğun doğruyu yanlışı ayırt edemediğini konuşma hakkına sahip olabiliyorlar? Sosyal medya sayesinde kitap okumayanların oranı apaçık ortada! Şiddetin, cinsel açlığın, cinsel vahşetin, yozluğun, dine bakışın, acımasızlığın, sevgisizliğin, “ohhh canıma değsin” duygularının, kısaca insanlığın, insan olmanın bütün eksileri, artıları, egoları apaçık ortalıkta; oran belli!
İndigo ve Kristal Çocuklar özel, sıra dışı ve bazen de doğa üstü özellik veya yeteneklere sahip olduğuna inanılan çocuklardır. Sezgileri çok güçlüdür. Çok duyarlıdırlar. Farklı bir asalet duygusuyla doğarlar ve öyle davranırlar. Alışılmışın dışında zekidirler. Toplumun rahatsız olduğu nokta da budur zaten! Öz güvenleri fazlasıyla yüksektir. Otoriteye karşı çıkarlar. Çok canlı ve hareketlidirler. Kendi değerlerinin farkındadırlar. Güzel sanatlara ilgi duyarlar. Yaratıcılık gerektiren işler onlar için cezbedicidir. Telepattırlar. Ne düşündüğünüzü hissederler. Bu özelliklere bakarak, her ne kadar dünyaya gelmeleri 80’li yılların öncesine dayansa da, KISMEN de olsa Okan Bayülgen, Armağan Çağlayan, Hülya Avşar, Cem Yılmaz’ın da İndigo ve Kristal olduklarını söyleyebilirim. Kendimce.
Medyadakiler bu olaya çok farklı bakıyorlar. Aslında Atakan Türkiye’nin gündemine gerçekten bambaşka bir dosya getirdi. İnsanların çocuklarına bakış açısı değişecek. Bu çocuk Türkiye’nin vizyonunu değiştirecek bir gündem yarattı. Magazin programlarında ya da medyada Atakan’a sorulan soruları düşünürsek, konuyla ilgili biraz daha bilgi edinilmesi gerektiği görülmekte… O zaman bu çocuğa bakış açıları ve onunla konuşma tarzları çok daha farklı olacak. Atakan’la farklı bir seviyede konuşulmalı. Onun anlayabileceği bir lisanla sohbet etmek gerek ki bu çok önemli. Çünkü Atakan belki de Türkiye’de bir ilk olduğunu sandığımız bir çocuk. Halbuki ‘O’ gündeme ilk defa gelen. Aileler şimdi İndigo ve Kristal çocuklarla alakalı olarak gerçekten de genetiklerinin, yani genlerindeki değişimlerden dolayı çocukların daha akıllı, daha farklı, düşünsel açıdan çok daha ileride olduklarını görecekler. Yani Atakan Kayalar Türkiye gündeminde kesinlikle bir farkındalık yarattı.
Amerika’daki pedagog ve psikologlar ADHD ve ADD teşhisi konulan, yani bir şeye odaklanamayan, hiperaktif olan çocukların ilaçlarla tedavi edilip normalleştirilmeye çalışılmasını konuşuyorlar. Oysaki onların normalleştirilmesi demek, bu çocukların gerçekten yapabileceklerinin önünün kapatılması demek! Bugünkü sosyal baskıyla ya da sosyal kurumsallaşmış, bilimsel kurgulara bağlı yaşam standartlarının baskısıyla bu çocuklar ilaçlarla kendi sosyal hayatlarımızda normalleştirilmeye çalışılmaktalar. Halbuki bu çocuklar genetiklerinin daha ileride olduğu toplumsal düzeyde daha akıllı, daha farklı şeyler yapabilecek kapasitede olan “özel” çocuklar olarak dünyaya geliyorlar. Ama biz toplum olarak bu çocukları ADHD’li, ADD’li, Otizmli diyerek kendi kural çerçevemizde doğallaştırmaya çalışıyoruz. Oysaki onlar çerçeve dışı çocuklar! Bunu yaparak aslında onların kendi doğallıklarını bozmuş oluyoruz. Amerika’daki pedagog ve psikologlar bu tarz çocukları tamamen kendi doğallıklarına bırakmamız gerektiğini söylüyor.
OnurAkayMedya’nın köşe yazarı olarak Atakan’la beraber İndigo ve Kristal Çocuk konusunu özellikle ele almak istedim. İndigo ve Kristal Çocuklar konusunda son birkaç yıldır epeyce okumalarım, araştırmalarım oldu. Kendimle bağdaşan kısmını “konudan nasipleniyor” bakışına maruz bırakmamak için dile getirmedim, ancak İndigo Çocuklar ve Kristal Çocuklar üzerine olan ilgim ve bağımla yayınevimle görüşmelerini yaptığım yeni çıkaracağım kitabımda konu olarak geçtiğini de ifade etmeliyim. Olaylar her ne kadar dinsel yönden ele alarak ya da şeytani boyuta geçirme tarzında çarpıtılarak aktarılsa da, İndigo ve Kristal çocuğun ne olduğunu ve böyle bir çocuk olmanın nasıl bir şey olduğunu, böyle bir çocuk olmakla toplumda ne şekilde dışlanıp, uzaylıymış gibi görüldüğünü çok iyi biliyorum. Bu çocuklarla ilgili bozmadan, çarpıtmadan söylenen tek doğru şey, üstün zekalı olup, sıradan insanların çakra sayısına on bastıklarıdır. Evet, bu dünyayı bu çocuklar kurtaracak, doğru! Bu dünyanın kurtarılması bu çocukların eline kalıyor, çünkü dünya yeryüzünü darmadağın eden sayısız boş insanla doldu taşıyor.
“Çocuktan al haberi!” derler!
DNA’ya hiç girmeden, Atakan’nın böyle bir çocuk olduğunu sadece hislerime dayalı olarak görüyorum. YANILMA payı da bırakarak.
Amerikalılar “Monkey see, monkey do!” der. Maymun gördüğünü yapar manasına gelir. Neden işe yaradığını veya sonuçlarla ilgili endişelerini anlamadan bir şeyi taklit ederek yapmayı ifade eder. Herkes birbirinden gördüğünü yapmasın artık ülkemde! “Saygısız!” deyip çıktılar! Obsesif düşünce diyeceksiniz belki ama, takıldım işte! “Çocuğunu dövmeyen dizini döver.” derler bizde de! Dövme kardeşim! Analiz et! Buyurun size benden bir bakış şifresi: A.T.T.
Analiz.
Teşhis.
Tedavi.
İnsanlığı A.T.T.’ye davet ediyorum!
Saygılarımla...