Gelecek yüzyılın sinema sloganı belli gibi; Otur oturduğun yerde!
Sinema salonları ve sinemacılar bir bir eksilecek, özgünlüğün yerini ticaret sanatsal bakışın yerini süratli ve yüksek kar hırsı, aktör ve aktrislerin yerini fenomenler alacak...
Son on yılda dünyada yaşanılanlar toplum sosyolojisini baştan yazarken, sinema da bundan nasibini alacak gibi. Dijital platformları hayatımıza girişiyle birlikte yön değiştiren televizyon sektöründen sonra, iki yıllık pandemi süreciyle evrim geçirmeye zorlanan sinema sektörü de değişimin eşiğinde. Pandemi geçmiş ve tıbbi etkileri ortadan kalkmış olsa da sosyolojik etkileri artık yeni bir yaşam tarzı olarak tarihteki yerini almış durumda.
Hızlı ve aceleci şehir yaşantısı, teknolojik gelişmeler ve hedeflerine ulaşmak konusunda acele etmek üzere bilinç mühendisliğine maruz kalan Z kuşağı aceleciliği de bu duruma eklenince, sinema sektörünü hızla ayak uydurmalarını gerektirecek zorlu bir gelecek bekliyor.
İki yıllık boşluğun ardından neredeyse tamamen dijital platforma kayan izleyici kitlesi, satış garantisinin kesin kazancına umut bağlayan yapımcıları, uzun süreli sözleşmeler ve astronomik ücretlerle beyaz perdeden uzaklaşan oyuncular, izlediği filmi bile 1,5, 2 katı hızlandıracak kadar aceleci gençler derken, salonlar her gün birkaç kişi eksik izleyiciye açıyor kapılarını.
Sinema artık çocukluğumuzun dünyasındaki sihirli mekândan çok uzak. Katlanır kadife koltukların yerini evlerdeki kanepeler, beyaz perdenin yerini ise büyük ekran televizyonlar almış durumda. Yedinci sanatın yerini ise birbirinin neredeyse aynısı olan ve ömürleri birkaç yılı geçmeyen yeni nesil filmler.
Peki, böyle giderse dönüşüm nasıl tamamlanmış olacak?
Sinema salonları ve sinemacılar bir bir eksilecek, özgünlüğün yerini ticaret sanatsal bakışın yerini süratli ve yüksek kar hırsı, aktör ve aktrislerin yerini fenomenler alacak. Yeni nesil izleyici ve aradıkları ne kaybettiğini bile bilemeyecek ve onlar için sinema yaşlıların anlattığı nostaljik bir hikâyeden ibaret olacak.
Oysaki sinema bireysel zevklerin, entelektüel deneyimlerin, aile bağlarını eğlenceyle güçlendirmenin, toplumsal paylaşımın mekânı olarak yaşamaya devam etmeli. Evet, belki bir daha başında fötr şapkasıyla takım elbiseli beyefendilerin ve onlara eşlik eden şapkalı şık kadınların kapılardan geçtiğini göremeyeceğiz ama ellerinde patlamış mısırlarıyla gülümseyen çocukları, el ele film izleyen genç âşıkları, güneşin doğuşunu bekler gibi heyecanla festival bekleyen sanat tutkunlarını kaybetmeden bu gidişe dur deme zamanı.
Bu yazıyı okuyorsanız eğer ve sinemacıysanız sektörünüze, yönetmen iseniz ideanıza, oyuncuysanız sanatınıza, senaristseniz hayallerinize ve eğer izleyiciyseniz yaşam tarzınıza sahip çıkın.
Sinemayı yaşatın!