Rıfkı Ünal röportajı! (O Bir Seyyah)
Rıfkıcım bize kendini anlatır mısın? Seni bir tanıyalım...
13 Şubat 1993 yılında bir Cumartesi günü kış sabahı Van’da dünyaya gelmişim. Van Gölünün kenarında Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde büyüdüm. Babamın görevinden dolayı da 17 yaşına kadar oradaydım. Aslen Konyalıyız. Sürekli okul değiştirdim. İlk ve Ortaokullarda 4, Liseyi 3 farklı okulda okudum. Eğitimimin hatta hayatımın en kritik noktası aslında lise son sınıfı Sakarya’da okumamla başladı. Çünkü güzel Sanatlara hazırlanmama fırsat sağlayan, destek olan sevgili Selman hocam ile tanışmıştık.
Dünyaya bu zaman diliminde gelmemin kesinlikle bir sebebi vardır fakat ben 200-300 sene öncesinde gelmeyi tercih ederdim. Daha yalın bir dünya tercih sebebim.
Karakteristik olarak kesinlikle vicdanlı ve inatçıyım. Yani bu aldığım kararlar içinde geçerli. Onun dışında gizli bir duygusallığım var fakat bunu açıklayınca pekte gizliliği kalmadı J Arkadaşlarıma ve aileme çok düşkünüm. Keşkelerim var benim de herkes kadar. Mesela ülkemizde saygı ve sevginin yok oluşu üzüyor. Garip bir şekilde huzursuzluk başladı herkesin içinde. Haber programları izlememeye ve sosyal medyayı filtreleyerek kullanmaya dikkat ediyorum. Kendi uğraşlarım beni motive ediyor diyebilirim.
Fotoğrafçılığı anlatır mısın peki?
Ailemin Almanya’dan getirdiği Analog ve filmli makineler çocukken dikkatimi fazlasıyla çekerdi. Açıkçası ilerleyen yaşlarımda da her anın kıymetli olacağı düşüncesine kapılmıştım. Yani anları gerekli gereksiz çekmeye başladım. Güzel Sanatlar Fakültesi okumaya başlayınca da bunu profesyonelleştirmek istedim ve devam geldi diyelim J Sıkı bir arşiv sahibiyim.
Fotoğraf Sanatçısı olarak ülkemizde Resim, Galeri, Sergi vb. Konulara bakış açın nasıl?
Aslında bunu şehir şehir değerlendirmek daha doğru gibi geliyor bana. İstanbul’a oldukça büyük isimler, büyük organizasyonlar da geliyor ve bundan keyif alıyorum.
Fakat sanatı tam anlamıyla özgür bırakmıyor, müdahale ediyoruz. Doğacak büyük yeteneklere belki de yeterince fırsat vermiyor, ortam yaratmıyoruz.
Senin de ana akım medyada haberleri yer alan sergilerin oldu. “YOL” temalı “3 İstasyonu” anlatır mısın?
Yol demek medeniyet demek. Hassas ve önemli bir konuda fotoğraf sergisi olmuştu. Adapazarı, Arifiye ve Sapanca istasyonlarının hikâyelerini araştırıp insanlardan dinlemiştim. 2012-2013 senesinde bu istasyonlar kapatılmıştı YHT projesinden dolayı. Bende arşiv niteliğinde olacağını ve değişimden dolayı bu hallerinin önem kazanacağını düşünerek başlamıştım. O zaman okul projemdi ve uzun uğraşlar sonucunda Sakarya Üniversitesinin, Adapazarı Kültür Merkezi’nin ve hocalarımın destekleriyle güzel bir sergi gerçekleştirmiştik. Hala da aslında Yol hikâyelerim devam ediyor. Sapanca İstasyonunda tanıştığım 61 senelik pişmaniyeci ile bu istasyonları, trenleri ve pişmaniyecileri anlatan Belgesel Film projemizin çekimlerine başladık.
Yol demişken; yakın zamanda kaybettiğimiz Tayfun Talipoğlu geldi aklıma. Senin için ne ifade eder Tayfun Talipoğlu?
Kendisi örnek alınması gereken çok önemli bir değerimizdi. Samimiyeti ile insanlarla arasındaki bağın güçlendiğini düşünüyorum. Televizyon programları ile tanımıştım ben. Onun Yol Hikâyeleri bitti diye üzülüyorum. Sanırım idol olarak nitelendirebilirim.
Sen bir fotoğrafın ötesinde, bir kısa film denemeleri yapan, önemli seyahat sitelerinde editörlük yapan, kendi bloğunda gezi programları yapan, sanatçılara kapak tasarım yapan( mesela bana ) çok yönlü bir sanatçısın. Fotoğraf tüm bunların neresinde?
Aslında fotoğraf tam anlamıyla her uğraşımın tam ortasında yer alıyor. Seyahat ederken, Kısa film, tanıtım çekimleri ve seyahat videolarımda da her anı bir fotoğraf karesi olarak görüp başlıyorum. Sıradan bir işle meşgulken, arkadaşlarımlayken bile bu böyle. Gezerken gördüğüm kültürleri, güzellikleri ve farklı diye nitelendirilecek her şeyi önce gözlerime sonra makinaya kaydediyorum J Onun dışında fotoğrafçılığı kategorize etmeyi pek sevmiyorum yani portre, manzara, siyah beyaz gibi bir tarz veya tür belirlemeden devam ediyorum.
Gene fotoğraf demişken üstatlar geliyor aklıma. Ara Güler sizin mesleğin piri midir? Ve sen hiç etkilendin mi? İse yansımaları nasıl oldu?
Ara Güler kesinlikle bir marka ve önemli bir üstat. Yaptıkları ve başarıları tartışılmaz. Kendisinin, ben fotoğrafçı değil gazeteciyim demesi aslında her şeyi özetliyor. Benim etkilendiğim isimler var elbette mesela Vietnam Savaşını elinde çiçek ile protesto eden kadının fotoğrafı insanlık tarihinin en iyilerinden. Fotoğrafın sahibi Marc Riboud’u hayranlıkla takip ettim fakat geçtiğimiz yıllarda kaybettik. Türk fotoğrafçılardan ise Erdal Kınacı’yı çok beğeniyorum. Fotoğrafın, fotoğraftan çok daha fazlası olduğunu ve anlatım gücünün ne kadar geniş olabileceğini gösteriyor bizlere.
Neredeyse unutuyordum tüm bunların yanına bir de radyo programcılığı var. Nasıl bir süreçti radyo?
Aslında ben bir Görsel Tasarımcıyım ve radyo ile pek alakam yok J Çalıştığım yerin yerel bir radyosu vardı ve orada iki arkadaşımla böyle bir deneyim sahibi olduk. Açıkçası müzik arşivim de oldukça geniş sayılır. Yani etnik müzikler ve pek duyulmamış gizemli şarkılar çalmayı çok seviyorduk. Bu da bizim tarzımız olmuştu.
Bir önceki soruyu sorarken hatırladım :) Bir de ekran tecrüben var. Ulusal bir kanalda hem de. Ve canlı yayında yaşanan çok komik bir olay... Biraz anlatır mısın?
Evet, televizyon ve ekranlardaki ben J O anı sanırım yüzlerce kez açıkladım ama her defasında gülüyorum. Ramazan programında reji ve stüdyoda görevliyken nasıl oldu da muhabir olarak Eyüp meydanına gönderildim bilemiyorum. Ne geldiyse başıma zaten o en kalabalık yerde gelmişti. Canlı yayına geçileceği sırada ben bir vatandaşa soru soracaktım fakat kulaklıkların ikisini de ona verince yayından gelen sesleri duymadım. Birden canlı yayına geçince olanlar oldu J Fakat o anın meşhur olması geçen seneye dayanıyor. Malum sosyal medya...
Rıfkıcım seni bir seyyah olarak da tanıtabilirim. Ülke içinden yurt dışına uzanan uzun bir yol ve beraberinde getirdiği hikâyeler var. Hem yol hikâyelerini hem de seyahatin senin için ne ifade ettiğini anlatır mısın bizlere?
Açıkçası tarifsiz bir his. Bazen tek başıma bazense kalabalık bir arkadaş grubuyla yollara çıkıyoruz. İkisinin de ayrı güzel yanları var. Bazen sadece yürümek isterken bazen sadece bir tepede oturmak istiyorum. Fakat yolculukta olmazsa olmazlarım var. Bunlar fotoğraf makinem, müzik, yolculuk anılarımı yazdığım bir defter ve resim defterim. Birçok enteresan olay geliyor başıma. Mesela Adıyaman civarlarında kaçırılıyordum ve zor kurtulmuştum. Birçok kez şansım sayesinde keyifli zamanlarım oldu. Ayrıca yoldayken mutlu olduğumu fark ediyorum. Dönüş yollarını da özlemiyor değilim fakat yeni yollara çıkmak bir bağımlılık sanırım. Bir gezgin hocam vardı ve yola çıkmaya korkanlar için şöyle demişti; “Korkma, yanlış yol yoktur, sadece bilmediğin bir yolu yeni öğrendin”.
BONUS:
Bunca kaabiliyeti ve özel bir ruhu bünyesinde barındıran genç bir sanatçı için AŞK ne ifade ediyor? Sevgilimiz var mı mesela? Karşı cinste aradıklarımız neler?
Sorularda boş bırakma lüksüm olsaydı bu soruyu boş bırakırdım J Sevgilim yok fakat bu röportaj yayınlanıncaya kadar olur mu bilmem J Şaka bir yana aşkın çok özel ve güzel olduğuna inanıyorum. Yani o his olmadan insanların bir eksik olduğu kesinlikle doğrudur. Ne aradığımı bende bilmiyorum galiba. Çünkü bu soruya kendimce verdiğim cevapları pek mantıklı bulmadım.
Son olarak okuyucularımıza tutkuları ile ilgili önerilerde bulunmak ister misin? Ve bu güzel sohbeti okuyan herkese söylemek istediklerini alabilir miyim?
Hepimize çocukluluğumuzdan beri “hayalin ne?” sorusu soruluyor malum. Öncelikle hayallerimizin peşinden koşmak gerekiyor ve bende öyle yapmaya çalışıyorum. Biraz kendi iç sesimizi dinlemeliyiz.
Sohbet çok keyifliydi. Seninle zaten bir arada olmak bile keyif veriyor. Sözlerime bir atasözü ile son vermek istiyorum.
“Yıldızlara dokunamazsınız belki ama onlar karanlık gecelerinizde size yol gösterirler.”
Yıldızlar bizim hayallerimiz olsun.