Şant Nişanyan kimdir? İşte özel röportaj...
“İnsanlığı kurtarırsa sevgi kurtarır”...
Merhaba sevgili okurlar. 2020’nin ilk röportajı benim de merakla, heyecanla ve ilgiyle beklediğim, çok sevdiğim, hayranı olduğum bir sanatçı Şant Nişanyan ile...
2019’un şüphesiz bana kattığı en özel insan diyebilirim onun için...
O kadar yetenekli ki, size anlatamam birebir dinlemeniz, size hazinesini açması gerek bunu anlamanız için...
Ve o kadar tevazu sahibi biri ki konuşması yeter yüz yüze bunu hissetmeniz için...
Beyefendiliği, nezaketi, görgü ve davranışı sizi kendinize özel hissettirir. Aynı zamanda muzip, güler yüzlü çok da kafa bir kişilik... Şimdi evet aşağıda çok güzel yanıtları var sorularıma ama biraz daha ondan bahsetmek istiyorum...
Açıklamama da onun güzel sözleri ile başladım zaten. Sevginin gücüne bu denli önem veren, bunun insanlığı kurtaracak güç olduğuna inanan ve özel hayatına da bu anlayışı yansıtmış bir isim… O çok özel biri…
Tanımaktan ve arkadaşı olmaktan duyduğum mutluluğu sizlere anlatamam. Ne şanslıyım ki Şant’ı tanıdım ve müzikal yolculuğumda bir önemli isim daha yoldaşım, ilhamım oldu... Nice senelere, birlikteliğe diyorum ve daha fazla uzatmadan artık siz de tanıyın, farkı ve farkındalığı görün istiyorum...
Evet, o “Son İstanbul Beyi”…
Buyurunuz...
Şant Nişanyan seni tanıyabilir miyiz? Ve Şant Türkçe olarak ne anlama geliyor?
Öncelikle bu röportaj için teşekkür etmek isterim. Ben Şant Nişanyan, Şant bu arada Ermenice ‘Yıldırım’ demek... 1993’de İstanbul’da dünyaya geldim. 4 yaşından itibaren bir eğitim serüveni içerisindeyim. Akademik hayatımı, Esayan İlköğretim Okuluyla başlayıp, Pera Güzel Sanatlar Lise’si ve daha sonrasında da Işık Üniversitesi ile tamamlamış bulunmaktayım. 7 göbek İstanbulluyuz. Küçükken, neye heves ettiysem beni destekleyen bir aile içerisinde büyüdüm. Tabii yine çaktırmadan ufak ufak yönlendirmeler oluyordu ama genel itibariyle istediğimi yapmama izin veren, heves ettiğim bir konuda beni daima destekleyen bir ailede ve çevrede büyüdüm. Annem ev hanımıdır, babam kuyumcu, bir de kız kardeşim var o da okuduğu üniversite dolayısıyla kuyumculuk ofisimizde muhasebe ve tezgâh konularında yardımcı oluyor. Boğa burcuyum, her astrolog farklı farklı şeyler söylüyor burçlar hakkında, o yüzden inancım genel itibariyle çok zayıftır bu konuda. Çünkü çoğu denilen şeylere karakterim uymuyor… Yani zaten o nadiren uyan şeyler de nefes alıyorsun, yemek yiyorsun gibi neredeyse ortalama bir canlının gerekliliklerinden… Yalanı hiç sevmez bu burç, geçmişinde üzülmüşsünüz… Yani neredeyse herkesin kendi eşiğinde, ama az ama çok yaşadığı üzüntüleri vardır, dolayısıyla daha spesifik şeyler söylemesini beklerim. Genel olarak çok sakin yapılı biriyimdir, her şeye iyi yönünden bakmaya çalışırım. Çünkü aksi taktirde bu hayat geçmez. Çevremdeki insanları daha da gerginliğe, strese itmeye gerek yok. Zaten günlük hayat, yeteri kadar stres içeriyor, bunlar da yetmezmiş gibi bir de bunlarla bizleri yüzleştirmek zorunda bırakıyor. Pek dışarıya neredeyse herkese göstermesem de hassas ve duygusal bir yapıya sahibim, bundan dolayıdır ki hayatımda hep engelleyemediğim bir hüzün vardır. Oldum olası araştırmayı, öğrenmeyi çok severim. Bilimsel gelişmeler, tarihsel olaylar, belgeseller, yaratıcı ve zihin açıcı filmlerden, dizilerden çok hoşlanırım. Çoğunlukla kahramansız bilim kurgu tarzı filmlerin, dizilerin hayranıyımdır. Yani bir film eseri düşündürmeli, içindeki mesajı o kadar iyi aktarabilmeli ki bilindik tanıdık duyguların, kendimizin ve zaman ve mekânın ötesinden çıkıp oradan bakabilmeliyiz… Lucky isimli 10 yaşında bir Yorkshire Terrier cinsi köpeğim var, ailemizin en ufak ferdidir kendisi. Sanırım hayvanlara karşı olan hassasiyetimin hatırı sayılır kısmını da, köpek sahibi olduktan sonra kazandım. Maalesef ki özellikle ülkemizde ve Dünya’da hayvanlara gerekli özen gösterilmiyor, hassas davranılmıyor ve bu konuda haber duydukça, insanlığımızdan utanmıyor değilim…
“SANAT GÖRMEK VE DUYMAKLA DOĞRU ORANTILI DEĞİLDİR”
Müzik nasıl başladı? Müzik senin için ne ifade ediyor, hayatının neresinde anlatır mısın?
Yine her müzisyene sorulan klişe bir sorudur bu. Klişe bir cevap vermekten kaçınmaya çalışsam da, çoğu müzisyen gibi henüz 2-3 yaşında ailemin bana aldığı 6-7 tuşlu ufak bebek orgunda bir şeyler çalmamla, doğru sesleri ve armonileri yakalamamla başladı. Ailemin bunu fark ettiği andan itibaren imkân oldukça orgumun boyutunu büyüttüler. Gitar mesela... 5-6 yaşlarında iken, ailem bana çocuk gitarı aldı ve kendi kendime hevesle bir şeyler çözmeye çalışıyordum, sonraki yıllarda ilkokuldaki müzik öğretmenim, ders harici gitar kursu başlatma kararı aldı, ben de birkaç arkadaşımı daha teşvik edip o kursa dâhil ettim. İlerleyen zamanlarda teker teker bıraktılar. İki kişi kaldık derken, o kalan arkadaş da gitti tek başıma kaldım. Baktılar ki sıkılıp atmıyorum köşeye, hevesle devam ediyorum ilerleyen zamanlarda daha profesyonel gitar aldılar. Müzik kurslardan mahrum bırakmadılar. Yazları gitarımı kapıp, arkadaşlarla ada sahillerinde şarkılar söylerdim. Daha sonra cafelerde ve etkinliklerde çalıp söylediğimiz ve yakın arkadaşlarımdan oluşan 3 kişilik bir grup kurduk. Çok keyif aldığımız eğlenceli zamanlardı. Daha sonrasında dağıldık, tek başıma cafelerde mekânlarda şarkı söylemeye başladım. Her detayı ince görerek bir şeyler üretmek, anlatmak, icra etmek istedim. Lise zamanım da aynı şekilde sadece sanat üzerineydi. Böyle durumlarda eğer kafanız öğrenmeye açıksa meraklı ve boş zamanım geçmesin diyenlerdenseniz, ister istemez bu tarz okullarda birçok sanatla yoğrulabiliyordunuz. Lisede resim bölümü öğrencisi olmama rağmen teneffüslerde, aralarda veya boş derslerde piyano odası kovaladığımı bilirim… Zaten okulun, öğrencilerine bedava kurs hediye avantajı vardı ve ben bunu kaçırmadım. Piyanom çok daha iyidir gitarımdan, şimdilerde bir de mey ailesinden olan düdük enstrümanını çalmayı öğrendim. Klasik müzik eğitimliyim. Özellikle Chopin ve Beethoven hayranıyım, elimden geldiğince de, piyano gördükçe veya evde parçalarını çalarım. Çoğu zaman aranjelerimde klasik müzik izlerini görebilirsiniz. Şu anki müzikal bilgilerime çok katkısı olmuştur. Küçük yaşlardan itibaren söz ve müzik de yazıyorum, sadece müzikten oluşan parçalarım da, çok güvendiğim şarkılarım da var… Fakat şarkıları henüz dinleyici ile buluşturmadım... Tabii ki sadece Türk pop müziği ile ilgili çalışmalarım yok. Müzik hakkında konuşacak çok şey var. Hayatımın neresinde diye sorarsanız, bütün günün stresi ve yoğun koşuşturma altında bir nevi kaçamak, bazı hislerin söz ile karşılığı olmadığı yerde müziği bir aktarım ve betimleme aracı olarak görüyorum. Eminim insanların da hayatlarında aynı şekilde yer ediyordur. Müzik bir kenara, bence sanat bu dünyadan değil, bir açıklamasını ve tarifini yapmak çok zor. Bir lafım vardır. Sanat, görmek ve duymakla doğru orantılı değildir.
Seni sosyal medyada tanıdım. Harika, yumuşacık sesinle Şehrazat’ın o harika şarkısı, ‘Beni Tanıma’yı içli içli söylüyordun. Bu proje nasıl gelişti. Neden bu ve benzeri şarkılar oldu?
Çok sevdiğim bir Şehrazat şarkısıdır… Zaten 90’lar ve 2000’ler başı Türk pop müziğinin, müzikal olarak şu anki yeni çıkan çoğu şarkıdan çok daha kaliteli, komplike akorlu, yoğun duygulu ve ezgisel olarak tasarımsal olduğu bir gerçek. Bir de bununla beraber özel olarak ilgilendiğim ve sevdiğim için, henüz bilinmeyen veya günümüzdekiler kadar çok da gün yüzüne çıkmamış, az bilindik şarkıları yorumlamak istememden dolayı çıktı bu proje.
Şimdi şu içli içli okuma meselesine tekrar gelmek istiyorum. Türk Müziğini inşa eden ve temelini oluşturan bir toplumun bireyi olarak, muhtemelen köklerde ve müzik hafızasında müzik geni de olabilir. Yerleşen bir duygu bu… Kimleri dinleyerek yetiştin? En çok kimlerin müzik tarzını benimsedin?
Aslında bu soruyu cevaplamam çok zor olacak, yani özel olarak dinlediğim veya etkilendiğim pek kimse yoktu. Belki yaşımın ilerlemesiyle ve anlamaya başlamamla beraber biraz Sezen Aksu ve diğer çocukluk dönemimin sanatçıları diyebilirim. Sanırım küçükken hep klasik müzik, film müzikleri, kilise ihaleleri, Rumca şarkı, 90’lar 2000’ler Türkçe ve yapancı pop müzik harmanlanmasından dolayı bir müzik alt yapım oluştu diye düşünüyorum. Çocukken beni koroya almışlardı. Org ve gitar da çalmaya başlamıştım o dönemlerde. Eğer enstrüman çalıyorsanız hem müzikal hem de vokal olarak çok büyük artıları oluyor.
“EVRENİN ARMONİSİNİ YAKALAMAK ”
Seni araştırırken bir röportajında, ‘Bir kolda 5 bilezik’ diye bir başlığa rastladım. Moda eğitimin var, baba mesleği kuyumculuk var, tablo yapıyorsun, aranje ve düzenleme, kayıt da sana ait ve üstüne seslendiriyorsun. Tüm bunlar birleşince ki hepsi sanat, nasıl bir Şant sanatı çıkıyor ortaya? Senin sanatını nasıl şekillendiriyor tüm bunlar?
Teşekkür ederim… Şant sanatı olarak adlandırmak istemem fakat bir işin içinde tasarım, üretim ve ruh var ise mutlaka sanatın izlerini bulabilirsiniz. Sanat dalları birbirlerine iç içe geçmiş bir şekilde ilerliyor. Bir sanat ile uğraştığınızda, diğer sanat dallarına da açık oluyorsunuz. Etkileşim var çünkü. Evrenin, yaşamın, zamanın renk ve armonisini az da olsa yakalamaya başladığınızda, sanatı sever ve ilgilenir hale geliyorsunuz. Katılmayabilirsiniz fakat benim görüşüm bu yönde.
Bir de kısa film var ve neredeyse milyon izlenmiş. Senaryo ve yönetmenlik üstüne oyunculuk… ‘Yanlış Zaman Doğru İnsan’ı izledim, çok başarılı. Ana fikri güzel... Yönetmenlik nasıl oldu? Kısa film çekme fikri nasıl gelişti? Oyunculuğa bakış açın nasıl ve eğitim aldın mı?
Lütfen! Çok başarılı derken, çok aceleye geldi o film, üzerinde henüz oturtulması ve çalışılması gereken bir sürü unsur vardı. Sahneler, birbirlerine bağlanma noktaları ve oyunculuklar... Belki de hikâyesi çok daha farklı işlenebilirdi, farklı karakterler dâhil olabilirdi. Yani ucu çok açık… Bu filmin esprisi, oyuncu kadrosunun oyunculukla pek alakası olmayan ve oynamaları için teklif ettiğimde beni kırmayan yakın arkadaşlarımdan oluşmuş olmasıdır. Küçüklüğümden beri yakın çevremde ne kadar arkadaşım varsa, çoğunu potansiyel oyuncu olarak görür, onlarla film çekmek isterdim. Sağ olsunlar hiçbiri de “sen ne yapıyorsun hasta mısın?” demezdi. O yıllarda webcamla bile 20-30 kısa film çekmişimdir. Hatta 40 dakikalık bir kısa korku filmi bile çektim. Kullandığım yaratıkları stop-motion tekniğiyle sahne içinde hareket ettirirdim. Bir de utanmadan bu filmi alıp, paint programında da kapak hazırlayıp, DVD'ye bastırdım. Daha sonralarda tabii yeni kameralar alıp bir sürü kısa film çektik bu şekilde. Kademe kademe daha da kaliteleşiyordu. Öz dedemi oynattığım bir mafya kısa filmim bile var, gülmekten ağlarsın. ‘Yanlış Zaman Doğru İnsan’ filminde de ana fikir çok hoşumuza gitti. Filmimde de oynayan yakın bir arkadaşımla yazmaya başladık. Daha sonra yakın çevremden bu filme gönüllü olarak dâhil olmak isteyen arkadaşlarımı dâhil ettim. Amacımız tamamıyla hoş bir anı ortaya koymaktı. Bu kadar izlenmesini hiçbirimiz beklemiyorduk. Oyunculukla alakalı bir eğitim almadım, fakat bir şekilde ucundan köşesinden işin mutfağında bulundum, fazla film ve tiyatro izleyerek içlerindeki yaratılan karakterleri, diyalogları ve katılan duyguları çözümlerim hep ve bundan keyif alırım. Sanırım bunlar etkili oldu.
Kısa filmin sonunda, “Zamanda ve kişilerde suç bulmayın. Önünüze çıkan fırsatları kaçırmamak sizin elinizde” diyor. Senaristi de sen olduğun için soruyorum. Zamana ve kişilere suç bulmayı nasıl aşabilir insan? Ve fırsatları nasıl değerlendirebilir?
Bu bizzat hayatın ta kendisi, aşması çok zor… Çünkü maalesef ki hayata, yaşam sahnelerimize, dönemlerimize bu kadar objektif bakamıyoruz, o yüzden önümüzdeki çoğu şeyi kaçırıyor veya görmüyoruz. Bize gerçekten çok iyi gelebilecek biri, bir şey veya bir karar, bunun adını siz koyabilirsiniz, kötü olduğumuz, hazır hissetmediğimiz, modumuzun olmadığı bir anda karşımıza çıktığında, onu kabul etmememiz veya görmezden gelmemiz çok olasıdır. Aynı şekilde iyi dönemlerimizde, bizi çok yıpratacak ve kötü gelecek o şey ile karşılaştığımızda, sırf iyi dönemimizdeyiz diye bütün olası olumsuzlukları göremeden kabul ediyoruz. Anlayacağınız tamamıyla şans işi. Tabii bu konu, hayatın içinde fazlasıyla denk gelememe olaylarını içinde barındırıyor. Ben de bu konulardan aşkı ele alıp ucundan da olsa işlemeye çalıştım.
“MEĞER NE ÇOK ŞARKI SÖYLEYEN VARMIŞ TÜRKİYE'DE. HERKES Mİ BU İŞE GİRMEK İSTİYOR ”
Maşallah bir diğer röportajda da müzik yarışmalarıyla ilgili konuşmuşsun. Ben de faydalı olduklarını, verimli olduklarını düşünmüyorum ama reklama çok ihtiyaç duyulan günümüzde de isteyenlere iyiliği tartışılır ama iyi bir tanıtım oluyor. Senin fikrin ne bu konuda? Yani sen neden verimli bulmuyorsun?
“İYİ BİR USTAYI MERDİVEN ALTINDA BİLE BULURLAR DİYE DÜŞÜNÜYORUM”
Evet, gerçi benim pek de haddime değil laf söylemek. Fakat özellikle son zamanlarda o müzik yarışmasının, katılan yarışmacıyı biraz zedeleyebilecek ve sonunda heder olacakları bir duruma yol açmaya başladığını görüyorum. Bunun için sıraladığım birkaç sebep var. Mesela bir sesin 1-2 şarkı ile çözülebileceği ve anlaşılabileceği kanısında değilim. Örneğin çok güzel bir sese, o sese uymayan başka bir şarkı okutursanız o ses, kulağa hoş gelmeyebilir. Ses, her şarkıda yapısı gereği değişik nüanslarını gösteriyor. O yüzden tamamıyla bir şarkı ile sınırlandırmak yanlış. Bir sesi beğenince dersiniz ya hani, sen şu şarkıyı da söyle bu sesine çok yakışır. Tam da bunun gibidir aslında bir sesin davranışı. Özellikle yarışmada çoğu zaman bunun tam aksini yaptıklarını gördüm eşleşmelerde. Yakışmaz ise, o ses kötü ses olarak algılanır el mecbur. Son zamanlarda iyice abarttılar 4-5 yarışmacıyı 1 şarkı ile sahneye çıkartıyorlar. 3'er 4'er eliyorlar. Nasıl yani? Neye göre? Sen bas-bariton adamla tenor adamı eşleştirirsen, jürinin kimi seçeceği, şarkının hangisinin tonunda çalındığıyla doğru orantılıdır. Genelde tenor yarışmacı, ayak uydursun diye bas-bariton yarışmacının tonuna indiriyorlar şarkıyı, e bas-baritonun tiz ve o bağırarak alkış aldığı notaları, tenor yarışmacı için orta tonlar oluyor... Bu durum da, tenor olan yarışmacıyı daha sönük gösteriyor ve haliyle de elenmeye itiyor. Bu aynı şekilde kadın yarışmacılar için de geçerli. Kadın yarışmacı ile erkeğin eşleştirilmesinden bahsetmiyorum bile, yanlış şarkılarda kadın veya erkek için bir faciaya dönüşebiliyor. Ancak belki alto bir kadın ile tenor olan erkek uyum sağlayabilirdi veya düet için uygun olabilecek, düet için yazılmış bir şarkı. Örneğin bariton olan yarışmacının tizlerine yakın olarak söylediği nakaratı mezzo-soprano yarışmacı söylediğinde ona pes kalacaktır. Eğlence programı olarak, çok güzel ve başarılı… Fakat müzikal olarak konuşulan, sadece “detone oldun, olmadın", "bana geçti, geçmedi" ve "özgündü, özgün değildi"… Bunlardan ibaret müzikal şeyler, geri kalanları ise şakalar, espriler ve yarışmacının kendisini seçmesi için jüri üyelerinin vaatleri ve birbirleriyle kapışması. Ne kaliteli sesler duydum, hemen elenmeyi geçtim dönülmedi bile. Ne kalitesiz sesler duydum dönüldü. Yarışmacıların heveslerinin çoğunlukla suistimal edilebileceği bir platform yani anlayacağınız. Bir de duşta şarkı söyleyen, söylemeyen, kendi halinde takılan, takılmayan, yeteneklisi, yeteneksizi, kim varsa bu yarışmada. Meğer ne çok şarkı söyleyen varmış Türkiye'de. Herkes mi bu işe girmek istiyor, ünlü olmak istiyor anlamıyorum. Halkın çoğunluğu da zaten tek başarı kıstasının yarışma olduğunu düşünüyor... "Sesin çok güzel, o yarışmaya katılsana..." Yarışma da tabii reyting uğruna daha çok yarışmacı olsun diye, ülkede ne kadar şarkı söyleyebilen varsa alıyor. Orkestrayı gerçekten çok başarılı buluyorum, şarkıların keman partisyonlarını bile atlamıyorlar. Fakat vokalde çoğunlukla gereksiz yankı ve orkestra sesinin ön planda olduğu bir ses atmosferi hâkim. Bu koşullar altında da, bir şarkı ile kendini kanıtladın kanıtladın, yoksa başka zaman inşallah. Kendisini göstermek isteyen bu işte iyi olan insanların, bir şekilde bugün ya da yarın yavaş yavaş arşa çıkacağını düşünüyorum. Güzel bir sesle, doğru ya da farklı bir proje ile sizi dinlemek isteyen bir kitle mutlaka oluşur. Bu ne koşuşturma, ne heves, ne acele! Sanatın hangi dalına bakarsanız bakın bu kadar heves göremezsiniz, genellikle sakinlik ve duruluk hâkimdir… Çalışmalarınıza bakın, içinizden geldiği gibi yaşayın, projeler üretin ama amatör ama profesyonel. Hiçbir şey olmasa bile, kendin çal ve söyle, kendin üret ve bundan keyif al. Bunun bile tek başına insan psikolojisine ciddi oranda iyi katkıları olduğunu düşünüyorum. Bu işin tek çıkış noktası yarışmalar değil. Sonuçta iyi bir ustayı merdiven altında bile bulurlar diye düşünüyorum.
Sezen Aksu desem senin için ne ifade eder? Çünkü her müzisyende oluşturduğu bir düşünce var. Zira YouTube kanalında “7 Dakikada 24 Sezen Aksu Şarkısı” adlı bir içerik var. Dinledim, bayıldım ve çok başarılı. Bu fikir nereden çıktı ve nasıl karar verdiniz?
Sezen Aksu gerçekten Türk pop müziği için çok derin anlam içeren bir marka. Neredeyse Türkiye'de yazılmış tüm akıl ve yüreklere kazınmış şarkıların mimarıdır kendisi. Benim için de, çoğu insan gibi içimde derin bir izi var Sezen Aksu kaleminin. Gerek yazdığı sözleri, gerekse melodileri ile Türk müziğine ayrı bir yön vermiş, Çalıştığı isimlerle de Onno Tunç, Aysel Gürel, Uzay Heparı ve niceleri… Ayrıca tescillemiş, renk katmış ve gönüllere taht kurmuştur. Bu da yetmezmiş gibi Türkiye'deki hatırı sayılır birçok müzisyen de Sezen Aksu'dan yetişmiş ve yetişmeye de devam ediyor. ‘7 Dakikada 24 Sezen Aksu Şarkısı’ projesi için de daha önceden beridir aklıma gelen ve kafamda “acaba nasıl olurdu?” diye düşündüğüm bu fikir ile çok yakın arkadaşım olan, sesini çok beğendiğim ve bu işi mutlaka kendisiyle yapmak istediğim Sinem Sargut ile bayağı bir süredir konuşuyorduk, tartışıyorduk. Projeye bayıldı, çok sevdi, çok içine sindi ve uzun uğraşlar sonucu da projeyi tamamladık. Sonucunda bu proje hem eğlenceli, hem de duygusal, aynı zamanda tarihi yolculuk oldu diyebilirim. Umduğumuzdan da keyifli oldu. Çok güzel yorumlar ve geri dönüşler aldık bu projeyle alakalı. Mekânlarda, cafelerde mi çalmaları dersiniz, yoksa arabalarda mı özel mesajlar mı her şey çok mutluluk vericiydi ve olmaya da devam ediyor.
Yakında seni hangi projeler ile ve nerelerde göreceğiz? Planlanan etkinlikler neler? Mesela yine ‘Kınalıada Konserleri’ olur mu? Ve bu röportajı okuyan genç ve yaşlı herkese söz sözlerin ve tavsiyelerin neler?
İlerleyen zamanlarda güzel proje düşüncelerim var, yine şarkı coverları ve Instagram için 1 dakikalık müzik videoları hazırlamak, seyrinde devam edecek. Yine 7 Dakikada 24 Sezen Aksu Şarkısı projesi gibi bir sanatçıya dair kendi müzikal yolculuğunun kısa kısa birleşimleri, fakat bu sefer tamamıyla acapella şeklinde deneyeceğim. Yani bu tarz projelerim devam edecek. Yine Sinem'le de çalışıp, üreteceğimiz projeler olacak. Fakat şu an düşünme ve tasarlama aşamasındayız. Yaz ayları dışında pek bir etkinliğim olmuyor genelde. Konserler konusunda da ekstra bir çabalamam hiç olmamıştır, fakat olduğunda da verdiğim konserlerin dinleyici kitlesine göre, arkadaş arasında söylenen cinste bir samimiyetle olmasına özen gösteriyorum. Yine ‘Kınalıada Konserleri’ olur tabii ki neden olmasın. Teşekkür ederim bu soru için. Kişisel gelişim bilgileri ve tavsiye vermek benim haddime değil fakat bardağa dolu tarafından bakmamız, evreni, doğayı, hayvanları ve insanları sevmemiz lazım. Düşünüp kafanızda bazı gerçekleri ayıklamaya başladığınızda, adil ve çok da iyi bir evrende ve dünyada olmadığımızı anlıyoruz. Yine de bu düşünceleri ekarte edip öz huzurumuzu bir şekilde yakalayıp, bunun için çaba göstermemiz lazım. Sanatı, insanları, doğayı az da olsa anlamaya, görmeye, olduğu gibi kabul etmeye ve sevmeye çalışarak bunun başarılabileceğine inanıyorum. Aksi takdirde bu hayatı tamamen çekilmez gören bireyler olacağız. İnsanlığı kurtarırsa sevgi kurtarır. Çok teşekkür ederim...
Ben teşekkür ederim bu denli keyifli ve samimi bir söyleşiyi önce bana ve okuyucularımıza yaşattığın için. Kimi zaman sosyolojik tespitler, kimi zaman derin duygusal açıklamalar ve yoğun, mahir müzik hâkimiyetin ile verdiğin tatmin edici açıklamalar. Umarım okuyan genç ve yaşlı her kesimden ilgiliye ışık olur, yol olur, değişim istekleri varsa sebep olur. Kısaca ilham olmanı dilerim...
Efendim bizden bu kadar. Umarım beğenmişsinizdir... Soğuk kış günlerinize sıcak bir tebessüm olmasını dilerim bu sohbetin…