İnsanoğlu bu dünyaya boşuna mı geldi?
İnsan, sonsuz evrenin içinde küçücük bir noktada, bu dünyaya gözlerini açıyor. Peki, ama neden? Bir sabah aniden doğuyor, bir ömür boyu mücadele ediyor ve sonra her şeyi geride bırakarak gidiyor.
Gerçekten de, varoluş sadece bir tesadüf mü? Yoksa bizler, çok daha büyük bir planın parçası mıyız?
Doğduğumuz andan itibaren hayat bize sorular sormaya başlar. Neden buradayız? Nereye gidiyoruz? Bizi yaratan bir güç var mı? Eğer varsa, bizden ne bekliyor? İnsanoğlu tarih boyunca bu sorulara cevap aramış, filozoflar, peygamberler, bilim insanları ve düşünürler bu konuda sayısız görüş ortaya koymuştur. Ancak her cevabın ardında yeni bir soru gizlidir.
Eğer bu dünya sadece yemek, içmek, çalışmak ve ölmekten ibaretse, bunca acının, sevincin ve mücadelenin anlamı nedir? Eğer hayat bir imtihansa, bu imtihanın soruları ve cevapları nelerdir? Adalet, merhamet, sevgi ve vicdan gibi kavramlar neden insanın ruhuna işlenmiştir?
Bir ağacın meyve vermesi için toprak, su ve güneş nasıl gerekiyorsa, insanın da ruhunu besleyen bir anlam olmalıdır. Çünkü anlamsız bir varoluş, köksüz bir ağaç gibidir; ne meyve verir ne de gölge.
Belki de asıl soru şudur: Biz bu dünyaya yalnızca var olmak için mi geldik, yoksa bizden daha büyük bir şeyin parçası mıyız? Hayat, gerçekten sadece gelip geçici bir oyun mu, yoksa ölümden sonra da sürecek bir hikâyenin ilk perdesi mi?
Bu soruların cevaplarını bulmak, insanın kendi yolculuğunun bir parçasıdır. Belki de en büyük gerçek, her birimizin bu dünyaya bir sebep için gönderildiği ve bu sebebi keşfetmenin, hayatın en önemli yolculuğu olduğudur.
Peki, sen kendi yolculuğunda hangi soruların peşindesin?